Yapay Seçilim

Bir kartal ya da saksağan yaşadığı ortamda kanatlarını kullanamadığında hayatta kalamaz. Böylelikle o tür içinde uçmaya devam edenlerin genleri devam eder, uçmayı engelleyecek davranışlar tür içerisinde yaygınlaşmaz. Ancak penguenler ve deve kuşları, kuş oldukları
halde uçamazlar. Bu canlılar için kanatları kullanmakla hayatta kalma ilişkisi kalmadığından uçma yeteneği zamanla kaybolmuştur.

Genleri bir sonraki nesle aktardığınızda, o güne kadar hangi özelliklerinizi kullanıp kullanmadığını bilgisi de aktarılır. Genler, sonraki nesle neye daha az enerji gerektiğini veya gerekmediğini bildirir. Böylelikle bazı özellikler zaman içinde körelir. Tam tersi nedenlerle de bir memeli olan yarasa zamanla uçma yeteneği kazanmıştır, çünkü
hayatta kalması uçmaya bağlı olmuştur. Kullanılan özelliklerin devam ettiği, kullanılmayanların köreldiğini keşfeden insanlar, kasıtlı olarak bitki ve hayvanların bazılarının nesli üzerinde değişiklik yapmışlardır. Buna ‘’yapay seçilim’’ denir. Tavuk, koyun, köpek gibi canlılar, insan eliyle üretilmiş yapay seçilim örnekleridir.

Gen

1859 yılında, Avustralya’da yaşayan Thomas Austin isimli biri avlamak amacıyla İngiltere’den 24 adet tavşan getirir ve doğaya bırakır. Bu basit davranış, tüm kıtayı etkileyecek ve yüz yıl boyunca çözüm aranacak vahim olayların başlamasına neden olur. Dişisi dört aylıkken yavrulayabilen, aynı yıl içinde birkaç kez ve her seferinde onlarca yavru doğuran, ayrıca Avustralya kıtasında hiç doğal avcısı olmayan tavşanlar birkaç yıl içinde bir milyon, altmış beş yıl içinde on milyar adede ulaşırlar.

Kendi doğal ortamında sevimli ve zararsız bildiğimiz bu canlıların milyarlarcası Avustralya kıtasında tüm bitki örtüsünü kemirip hektarlarca yeşil araziyi kurak bir alana çevirirler. Yerli hayvan ve bitki türleri çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalır. Ronald Giphart, yaşanan bu durumun tavşanlar için artı uyuşmazlık sağlarken, diğer canlılar için eksi uyuşmazlık sağladığını söyler. Aynı durum, dünyada insanın ulaştığı her yerde yaşanmıştır.

Tavşanları durdurmak için her şey yapılır. Doğaya tilkiler salınır, kapanlar kurulur, tüfekler ateşlenir; ama nafile. En sonunda kıta boyunca 3200 kilometre uzunluğunda bir çit çekilir. İnsanlar, tavşanların geçmemesi yasayla ve setlerle engellenmeye çalışılan bir alan içinde yaşamak zorunda kalırlar. En sonunda başka bir kıtada, aynı tür tavşanlarda hastalığa yol açan ‘‘miksoma’’ isimli bir virüs önerilir ve çare olarak kullanılır. Bu virüs Avustralya kıtasına bilinçli olarak yayılır. Gayet de işe yarar. İki yıl içinde tavşanların %90’ı ölür.

Ama hesap edilmeyen bir şey olur ve doğanın en basit ve temel yasası işler. Tavşanların tümü ölmemiştir, hayatta kalanlar üremeye devam ederler. Virüsten etkilenmeyenler, sayıları ne kadar az da olsa, hayatta kalmalarını sağlamış özellikleri bir sonraki nesle aktarırlar. Hem anneden hem babadan aynı özelliklerin yavruya geçmesiyle, virüsten etkilenmeyenler soylarını devam ettirir. Artık Avustralya kıtasındaki tavşanlar miksoma virüsünden etkilenmemektir. Yapılan bilinçli biyolojik saldırı, virüsten etkilenenlerin soyunun kurumasına neden olmuş ancak virüsten etkilenmeyen bir tür ortaya çıkmasını sağlamıştır. Tavşanlar bir nesilde mutasyona uğramıştır.